
Üç Tarz-ı Siyaset
Yusuf Akçura
₺250.00₺150.00
Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset’i, 20. yüzyıl başında yalnızca Osmanlı İmparatorluğu’nun geleceğini değil, aynı zamanda Türk milletinin modern çağdaki yönünü belirleyecek fikirlerin kavşak noktasını temsil eder. Akçura, Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük akımlarını bir siyaset bilimi perspektifiyle karşılaştırmış; imparatorluğun çoklu kimlik yapısında hangi stratejinin yaşatıcı olabileceğini sorgulamıştır.
Bugün, bu metni salt bir tarihî belge olarak değil, hâlâ önümüzde duran stratejik bir soru olarak okumak gerekir:
“Bir millet, hangi temel değerler ve hangi stratejik yönelimler üzerinden gelecek yüzyıllara taşınır?”
Osmanlıcılık ve Günümüzdeki Yansımaları
Akçura’nın döneminde Osmanlıcılık, farklı etnik, dini ve kültürel unsurları ortak bir üst kimlikte bütünleştirme iddiasıyla ortaya çıkmıştı. Günümüzde bu fikrî pozisyon, bazı çevrelerde “Türkiyelilik” kavramı ile ifade edilmektedir.
Ancak burada kritik bir fark vardır: Osmanlıcılık, dönemin imparatorluk bütünlüğünü korumayı hedeflerken; Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan itibaren Anayasa’sında “Türk” kavramını etnik köken ayrımı yapmadan, vatandaşlığı ve milli birliği tanımlayan kuşatıcı bir üst kimlik olarak belirlemiştir.
Dolayısıyla, “Türkiyelilik” ifadesi, üst kimliği yeniden isimlendirme girişimi gibi görünse de, çoğu zaman Anayasa’daki kapsayıcı Türk kimliğini etnik bir kimliğe indirgeme riski taşır. Bu ise, Akçura’nın asıl önem verdiği “siyasal bütünlük” ve “ortak aidiyet” ilkesini zayıflatabilir.
Gerçekte ihtiyaç duyulan şey, isim değişikliği değil; mevcut kuşatıcı üst kimliğin, çağın ihtiyaçlarına uygun şekilde güçlendirilmesidir.
İslamcılık ve Türkçülük: Dışa Açılan İki Kapı
Akçura’nın ikinci çizgisi olan İslamcılık, günümüzde uluslararası bir kültürel diplomasi ve ortak medeniyet bilinci aracına dönüşebilir. Ortadoğu, Güney Asya ve Afrika’da kültürel, insani ve stratejik bağlar, bu perspektif üzerinden güçlendirilebilir.
Türkçülük ise, 21. yüzyılda Türk Dünyası vizyonu ile yeniden yükselen bir değer haline gelmiştir. Orta Asya’dan Balkanlar’a, Kafkasya’dan Anadolu’ya uzanan bir hat üzerinde kültürel, ekonomik ve teknolojik iş birlikleri; artık teoriden pratiğe geçen bir sürece girmiştir.
Her iki damar da, Anayasa’daki kapsayıcı “Türk” kimliğini zedelemeden, onu zenginleştirecek ve küresel ölçekte etkisini artıracak şekilde yorumlanmalıdır.
Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset’i, 20. yüzyıl başında yalnızca Osmanlı İmparatorluğu’nun geleceğini değil, aynı zamanda Türk milletinin modern çağdaki yönünü belirleyecek fikirlerin kavşak noktasını temsil eder. Akçura, Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük akımlarını bir siyaset bilimi perspektifiyle karşılaştırmış; imparatorluğun çoklu kimlik yapısında hangi stratejinin yaşatıcı olabileceğini sorgulamıştır.
Bugün, bu metni salt bir tarihî belge olarak değil, hâlâ önümüzde duran stratejik bir soru olarak okumak gerekir:
“Bir millet, hangi temel değerler ve hangi stratejik yönelimler üzerinden gelecek yüzyıllara taşınır?”
Osmanlıcılık ve Günümüzdeki Yansımaları
Akçura’nın döneminde Osmanlıcılık, farklı etnik, dini ve kültürel unsurları ortak bir üst kimlikte bütünleştirme iddiasıyla ortaya çıkmıştı. Günümüzde bu fikrî pozisyon, bazı çevrelerde “Türkiyelilik” kavramı ile ifade edilmektedir.
Ancak burada kritik bir fark vardır: Osmanlıcılık, dönemin imparatorluk bütünlüğünü korumayı hedeflerken; Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan itibaren Anayasa’sında “Türk” kavramını etnik köken ayrımı yapmadan, vatandaşlığı ve milli birliği tanımlayan kuşatıcı bir üst kimlik olarak belirlemiştir.
Dolayısıyla, “Türkiyelilik” ifadesi, üst kimliği yeniden isimlendirme girişimi gibi görünse de, çoğu zaman Anayasa’daki kapsayıcı Türk kimliğini etnik bir kimliğe indirgeme riski taşır. Bu ise, Akçura’nın asıl önem verdiği “siyasal bütünlük” ve “ortak aidiyet” ilkesini zayıflatabilir.
Gerçekte ihtiyaç duyulan şey, isim değişikliği değil; mevcut kuşatıcı üst kimliğin, çağın ihtiyaçlarına uygun şekilde güçlendirilmesidir.
İslamcılık ve Türkçülük: Dışa Açılan İki Kapı
Akçura’nın ikinci çizgisi olan İslamcılık, günümüzde uluslararası bir kültürel diplomasi ve ortak medeniyet bilinci aracına dönüşebilir. Ortadoğu, Güney Asya ve Afrika’da kültürel, insani ve stratejik bağlar, bu perspektif üzerinden güçlendirilebilir.
Türkçülük ise, 21. yüzyılda Türk Dünyası vizyonu ile yeniden yükselen bir değer haline gelmiştir. Orta Asya’dan Balkanlar’a, Kafkasya’dan Anadolu’ya uzanan bir hat üzerinde kültürel, ekonomik ve teknolojik iş birlikleri; artık teoriden pratiğe geçen bir sürece girmiştir.
Her iki damar da, Anayasa’daki kapsayıcı “Türk” kimliğini zedelemeden, onu zenginleştirecek ve küresel ölçekte etkisini artıracak şekilde yorumlanmalıdır.
